‘Yeni anayasa’ yalancıları: Yok öyle yağma!

Ve buyurdular.

Dediler ki:

”Biz parlamenter sistemin ülkemizde miadını doldurduğuna inanıyoruz.Yeni Türkiye’nin inşası sürecinde yeni anayasaya ve onunla birlikte hayata geçirilecek başkanlık sistemine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. ” 

” Hani zaman zaman diyorum ya, ‘Türk tipi başkanlık’.İşte bu konuda da Türkiye modeli anayasayı hazırlama başarısını ortaya koyabilmeliyiz.Millet hazır da, ‘ben elitim’ diye geçinenler, siyasetçiler buna tam hazır değil, sıkıntı burada.Millet zaten meydanlarda hep kükrüyor, bunu bekliyor. Bize göre milleti merkeze alan, ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ ilkesiyle ifade ettiğimiz kadim yönetim geleneğimize yaslanan bir anayasa Türk tipi anayasadır.”

” Yapılması gereken kriz halinin ortaya çıkmasını beklemeden, bugünden tedbir alarak yarım kalan işi tamamlamak, yani başkanlık sistemine geçmek.Yeni anayasanın bu anlayışla hazırlanması en doğrusu olanı.Bu ihtiyacı tümden dışlayan yeni anayasa süreci sakat doğar.Benim teklifim, kararın milletimize bırakılmasıdır. Hem parlamento bu noktada bir karar vermelidir ama parlamentonun bu kararı arkasından da millete gidilmelidir ve nihai kararı vekiller değil, asil olan millet vermelidir.

”Bu mesele millidir, yerlidir, milli, yerli olan her meselede Cumhurbaşkanı olarak ben de varım, bunu açıkça söylüyorum. Bugüne kadar kurulan anayasaların hepsi ithaldir. İthal ürünlerle yönetildik, ithal mantıklar bize hakim oldu. Şimdi biz yerliye ve milliye dönmeliyiz.”

***

13 yıldır bu ülkede vatandaşların hepsini kapsayacak bir genel reform bekleyenler durakta bekletilip durmuş, onu ona bunu buna karşı kullana kullana eski düzenle bütünleşen zihniyet bir yandan da partiyi semirttikçe semirtmiş, AKP tek bir mezhebin menfaat hizmetkarı haline gelmiş, devletleştikçe devletleşmiş, 2010 referandum sonucu gibi yarım-yamalak kazanımlar bile sırf başkanlık rejimine yatay geçişe mani oluyor diye geri çekilmiş, ve en son da yanlışlıklar silsilesi kararlarla ülkenin bir kısmı yangın yerine döndürülmüş.

Şimdi, sanki Türkiye’de uzlaşma zemini sanki hiçbir zaman olmadığı kadar olgunmuş gibi, daha doğrusu ‘hazırız’ doğrultusunda bir algı operasyonuyla, sanki toplumun yarısından fazlasına ve ondan reform bekleyen dış dünyada güveni sıfırlamamış gibi ‘düğmeye basma’ modunda görüntü veriyor.

Amaç son derece açık: Afra tafrayla, öfke söylemi ve ‘dediğim olmazsa tam kaso olur’ korkutmasıyla, minareye kılıfı hazırlatmak.

‘Başkanın adamları’ tek sesli koro kıtaları halinde hazır.

Neymiş?

Artık yeni Anayasa’yı tartışma zamanı gelmiş.

Yemeyin bizi.

Nasıl ki, başkanlık hesaplarına uymadı diye Kürt barışı masasını bir bahane bulup deviren belli ise, 17-25 Aralık haftasının ortasında Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan ‘başkanlık güme gidecek’ paniğiyle çekilme emrini kimin verdiği de belli.

Anayasa tartışması başlayabilirmiş.

Kampanya başlamış.

Bunları çok dinleyeceğiz.

***

Şimdi, bir koyun sürüsü gibi bir kişinin peşinden sağa sola savrula savrula, topaç gibi döne döne gidenler şunları dikkatle okusun.

Anayasa dediğimiz şey, bir kişi ‘haydi başlayın’ dedi diye başlamaz. Böyle tepeden inme anayasa filan yapılmaz, sadece  darbe yapılır.

Anayasa bir partiler arası, heyetler arası bir ön uzlaşma işidir ve sivil toplum arasında sınırsız fikir ve ifade özgürlüğüne, gerkirse toplantı ve gösteri özgürlüğüne; aynı ölçüde akademik özgürlüğe dayanır.

Yani, yeni anayasa toplumun mümkün olduğu kadar farklı kesimini içine çekecek bir kamusal tartışma ve seferberlikle aşağıdan yukarı doğru işler.

Mevcut Cumhurbaşkanı’nın iddia ettiği gibi, ‘millet’ diye kastettiği, tek bir partinin, AKP seçmeninin dediğiyle yeni anayasa manayasa olmaz.

Çoğunlukçu sistemi meşrulaştıran, tek parti rejiminin altını onun menfaatlerine uygun taşlarla döşeyen ve ucu Orta Asya tipi despotik rejimlere açılan bir ucube ‘sivil darbe’ olur.

Mevcut Cumhurbaşkanı ‘haydi kuvvetler ayrılığını tartışın’ buyurmuşlar.

Siz bizim neyi ne zaman hangi şekilde nasıl tartışacağımıza böyle buyruk buyruk üstüne ilan ederek karar verme hakkını nereden buluyorsunuz?

Madem konu anayasa, her toplum kesimi, her vatandaş, kendi istediği, seçtiği yerden başlar tartışmaya, orada isterse ısrar eder.

Sizin işiniz onu değil bunu tartışın demek değil.

Madem samimisiniz, toplumun yarıdan fazlasında ve dışarıda sıfırladığınız güveni tazelemek için şunları yapacaksınız önce:

* Güneydoğu’yu tarumar eden, yöre halkının Ankara’yla bağını kopma noktasına getiren, asker sivil çoluk çocuk bini aşkın insanın ölmesine yol açan devlet operasyonuna son verecek ve derhal iki taraflı ateşkes ilan edecek, ettireceksiniz. Anayasa tartışılacaksa, buna eski nüfus sayımına göre sayısı 15 milyona yakın Kürt (ki sayıları son nüfus verilerine göre daha da artmıştır) korkmadan, sisteme inancını kaybetmeden katılmak zorunda.

* Siz Kürtlere en temel anayasal taleplerini dile getirme ortamını hazırlamak yerine ‘özyönetim’ diye ağzını açanı ya tehdit ediyor ya da hapsi adres gösteriyorsunuz. AKP’liler için Başkanlık tartışmak ne kadar meşru ise, meşru parti HDP için de anadilde eğitim ve yerinden yönetim tartışmak en az o kadar meşrudur. Çok net: Bu işinize gelmiyorsa ya bu anayasa palavrasından vazgeçin, ya da halka mertçe söyleyin, ‘ben yeni anayasa derken sadece başkanlık maddesini anlıyorum’ diye. Bu bile bir şeydir.

* Madem konu yeni anayasa, bunu madem halk özgürce, ne kadar uçta isterse talep ederek – hilafet, şeriat, konfederasyon vs – tartışacak, o zaman hemen, Gezi’den bu yana yamalı bohçaya çevirdiğiniz yasalardaki ifade özgürlüğünü kısıtlayan maddeleri geri çekin.

* Madem samimisiniz, bilirsiniz ki, yeni anayasa tam anlamıyla özgür medya ister. O halde, hapiste yatırdığınız en az 15 gazeteciyi derhal serbest bırakın ve davalarını düşürün.

Madem samimisiniz, şahsınıza ‘hakaret’ adı altında açtırdığınız tüm davaları geri çekin. Ki insanlar korkmadan yeni sistemi enine boyuna tartışsın, tartıştırsın.

* Madem samimisiniz, günlerdir demediiğinizi bıraktığınız binlerce akademisyene hakaret ve iftira yağdırmaktan vazgeçin; madem akademik özgürlükler yeni anayasada esas olacak, o zaman derhal bütün üniversite camiasından özür dileyin.

* İkide bir ’eminim yargı gereğini yapar’ demekten vazgeçin. Siz buna devam ettikçe Türkiye’de ne kuvvetler ayrılığı olduğuna inandırabilirsiniz insanları, ne de olacağına. Böyle devam ettiğiniz sürece, arzu ettiğiniz kuvvetler ayrılığı tartışması bir karikatür olmaktan öteye geçmez. Yargıyı rahat bırakın.

* Yasamaya da saygı gösterin. Bilin ki, karşınıza alarak habire hakaret ettiğiğiniz, aşağıladığınız muhalefet partileri ve liderlerinden yeni anayasa için uzlaşma bekleyemezsiniz.

* Bir Sünni yapı olan Diyanet’i asıl tartıştırın. Bu ülkede en az 8 milyon Alevi var. Bunların bağımsız kimlik, ibadet ve ibadet yeri özgürlüklerinin tartışılmasını, onları şeytanlaştırmak yerine, katılıma teşvik edin.

Bunlar, şu ana kadar sıfırlamayı başardığınız güveni bir nebze olsun tazelemek için hemen yapmanız gerekenler.

Sonra anlatacaksınız bakalım, neymiş bu ‘yerli ve milli’ anayasa.

İşiniz çok zor.

Hem de çok.

Önce bu güveni biraz tezeleyeceksiniz ve iyice serbest bıraktığınız ifade özgürlüğü alanında, ateşkes ve boşaltılmış hapishanelerin üreteceği nisbi rahatlama ile bir süreci yöneteceksiniz.

İzliyoruz, göreceğiz.

Ama bilin ki, öyle yangından mal kaçırır gibi saraya başkanlık kaçırma yok.

Yok öyle yağma!

 

About yavuzbaydar

Yavuz Baydar has been an award-winning Turkish journalist, whose professional activity spans nearly four decades. In December 2013, Baydar co-founded the independent media platform, P24, Punto24, to monitor the media sector of Turkey, as well as organizing surveys, and training workshops. Baydar wrote opinion columns, in Turkish, liberal daily Ozgur Dusunce and news site Haberdar, and in English, daily Today's Zaman, on domestic and foreign policy issues related to Turkey, and media matters, until all had to cease publications due to growing political oppression. Currently, he writes regular chronicles for Die Süddeutsche Zeitung, and opinion columns for the Arab Weekly, as well as analysis for Index on Censorship. Baydar blogs with the Huffington Post, sharing his his analysis and views on Turkish politics, the Middle East, Balkans, Europe, U.S-Turkish relations, human rights, free speech, press freedom, history, etc. His opinion articles appeared at the New York Times, the Guardian, El Pais, Svenska Dagbladet, and Al Jazeera English online. Turkey’s first news ombudsman, beginning at Milliyet daily in 1999, Baydar worked in the same role as reader representative until 2014. His work included reader complaints with content, and commentary on media ethics. Working in a tough professional climate had its costs: he was twice forced to leave his job, after his self-critical columns on journalistic flaws and fabricated news stories. Baydar worked as producer and news presenter in Swedish Radio &TV Corp. (SR) Stockholm, Sweden between 1979-1991; as correspondent for Scandinavia and Baltics for Turkish daily Cumhuriyet between 1980-1992, and the BBC World Service, in early 1990's. Returning to Turkey in 1994, he worked as reporter and ediytor for various outlets in print, as well as hosting debate porogrammes in public and private TV channels. Baydar studied informatics, cybernetics and, later, had his journalism ediucatiob in the University of Stockholm. Baydar served as president of the U.S. based International Organizaton of News Ombudsmen (ONO) in 2003. He was a Knight-Wallace Fellow at University of Michigan in 2004. Baydar was given the Special Award of the European Press Prize (EPP), for 'excellence in journalism', along with the Guardian and Der Spiegel in 2014. He won the Umbria Journalism Award in March 2014 and Caravella/Mare Nostrum Prize in 2015; both in Italy. Baydar completed an extensive research on self-censorship, corruption in media, and growing threats over journalism in Turkey as a Shorenstein Fellow at the Kennedy School of Government at Harvard.
Bu yazı Türkiye içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın