Türkiye içte zulme dışta batağa saplandıkça, “Biz bunları önceden görmüştük, baştan beri biliyorduk” diye bundan kendisine böbürlenme payı çıkaran, olup bitenleri gizleyemedikleri bir sevinçle, “pasif teyit” ile izleyenler var.
Bunlar epeydir vardı, ama sayıları AKP siyaseti batağa saplanınca daha da arttı.
Bu tuzu kuru kesim, sağlıklı bir analiz yapıp bu çöküntüden asıl kimin sorumlu olduğunu, kimden hesap sorulması gerektiğini anlamak yerine ahlâksızca bir ezbere sığınarak tüm faturayı ‘yetmez ama evet’ diyenlere, bir avuç demokrat aydına, akademisyene yıkma peşinde.
İnfaz mangası önüne dizmeye çalıştıkları kesim, topu topu yüzde 2’yi ya bulur ya bulmaz.
Ama ‘tuzu kurular’ için bu, kendi aymazlıklarını, 15 yıl önce işlemez hale gelmiş eski düzene sevdalarını saklamak için son derece kullanışlı.
Nazlı Ilıcak son yazılarından birinde altını çiziyordu:
“Evet, Erdoğan ve arkadaşları bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Ama kimse ‘Biz bunu önceden görmüştük’ diye övünmesin. Yüksek Yargı’daki vesayeti canlı tutan 6 kişilik bir HSYK, üniversite denetimini elinde bulunduran YÖK… Bunların değişmesini istediniz mi? Varsa yoksa işiniz, eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı olmasındı. Cumhuriyet mitingleri, Atatürkçü Düşünce Derneği şemsiyesi altında bu maksatla düzenlendi. 367 dayatmasını, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nı engellemek için, sizinkiler organize etti.”
“Şimdi çıkıyorlar, sanki o günkü tavırları demokrasi adınaymış gibi, ‘Biz Tayyip Erdoğan’ın bütün bu yapabileceklerini önceden gördük’ diye konuşuyorlar.”
“Her şey bu yetmez ama evetçiler yüzünden” ezberlerini, “Ben hepsini baştan anlamıştım” mavralarını ne zamandır istihza ile izliyorum.
Alt gelir grubundan gelen bazı skolastik sol figür ve grupları saymazsak, kalan kalabalık ezberci güruhun bir ortak paydası olduğunu çok geçmeden gördüm.
Bu bilirbilmezler grubu, sistemin 1990’larda tıkanması üzerine kendiliğinden kabaran AKP dalgası karşısında alternatif modern bir siyasetin şekillenmesi için kılını dahi kıpırdatmadı; ne CHP’ye sivil baskı yaptı ne de yine kendiliğinden serpilen sivil toplum gruplarına katılmaya ‘tenezzül’ etti.
Oturdukları yerden meşru olmayan yollara göz kırptılar, için için bir ‘kesinti’, bir ‘ara rejim’ beklediler.
İktidarın kara dediğine ak, ak dediğine kara demeyi bir marifet saydılar.
Böyle yapanları alkışladılar da alkışladılar.
Demokrasinin tahkimi açısından küçük ama önemli bir aşama olan 2010 referandumu sonucunu anlamayı da reddettiler.
17-25 Aralık dosyaları ardından bu referandumun kazanımlarının neden paldır küldür AKP tarafından lağvedildiğini de kavramaktan hâlâ acizler.
Bu hazin halleri hâlâ saklı kalıyor zannediyor, hâlâ ters akıl yürütüyorlar. Bu ‘biz her şeyi görmüştük’çü hali vakti yerinde tuzu kuruların AKP’ye alternatif bir değişim siyasetine el vermeyişinin, angajmansızlığının, onlar açısından tarihi bir trajediye işaret ettiğinden hiçbir kuşku yok.
Onlar tabii ki bu trajedinin de farkında değiller, tıpkı Muppet Show’da balkondaki iki huysuz ihtiyar gibi ‘pasif seyredişin’ ülkeye kattığı vahim sonuçları da anlamayıp suçu tamamen başkalarına yükleyecekler.
Tercihleri, ahlâksızlıktır.
AKP’yi destekleyen kitleler hakkında peşin hüküm verdiler, sabit fikirli olmayı erdem saydılar ve akıllı siyasi rekabet için ellerini taşın altına koymadılar.
Dikkat edin, şimdi Güneydoğu’da yüz binlerce vatandaş canından bezdirilir, oluk oluk kan akarken tuzu kurulardan çıt çıkmıyor.
Çünkü iktidardaki zihniyetle uyumları mükemmel.
Esasen, izlenen ‘iç düşman’ siyasetinden de pek memnunlar, ama bunu açıkça söylemeye çekiniyorlar.
Doğu Perinçek kadar dahi açık sözlü değiller.
Demokrasi idealleri adına risk alan, bu iktidara sadece reform siyasetine endeksli ve limitli güven kredisi açan; sonunda Siyasal İslamcılığın ipliğini tüm dünyada pazara çıkaran bir avuç cesur aydına ahlâk adına üstünlük taslayacak en son kesim bu tuzu kurulardır.
Ama,ne yaparsınız, burası Türkiye.
Cehalet ve riyakarlıkla beslenen küstahlığın merkezi.