AKP artık OHAL’i kaldıramaz, çünkü…

En son söylenecek şeyi en baştan söyleyeyim:

OHAL, 2011 seçimleri ardından tepetaklak yuvarlanma trendine giren Türkiye’yi yönetme krizindeki en belalı aşamadır ve bu bela sarmalı AKP’nin kendisi üzerinden, ülkenin başına sarılan belaları katlanılamaz hale getirecektir.

OHAL bir ‘dönme dolap’tır.

Kanlı darbe girişimi ardından önünde açılan fırsat penceresini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alelacele tabiriyle ‘Allah’ın lütfu’ olarak gören AKP, ülkeyi bir tek-parti rejimine mahkum kılmak için kendisini bu dönme dolabın içine atarken, aslında herşeyiyle, çözüm bekleyen bütün büyük meseleleriyle beraber bütün Türkiye Cumhuriyeti’ni bu dönme dolabın içine atmış oldu.

Şimdi bu dönme dolap dönerken hep aynı hazin manzarayı döne döne, tekrar tekrar izlemeye mahkum edildik.

Her dönüşte daha da beter bir hal alan manzarayı izliyor herkes.

OHAL, göreceksiniz, Saray’ın ve AKP’nin ayağına dolanmakta olan bir zincirdir, ve bu zincirden kurtulması artık kolay kolay mümkün görünmemektedir.

Üç aylık sürelerle gerekirse sonsuza kadar uzatılması mevzuata göre mümkün görünen OHAL, bana sorarsanız, artık kalkmayacaktır.

Çünkü Saray ve AKP’nin eşine az rastlanır bir fırsatçılıkla gönüllü girdiği bu girdap, çıkışı olduğu takdirde partinin de sonunu getirecek, (haydi biraz da sübliminal bir mesaj vereyim (!), tozu dumanı birbirine katacak, sel suyu misali önüne çıkanı sürükleyip götürecek, istikrarsızlığa istikrarsızlık ekleyecektir.

ohal

Bu kilit meselenin üzerine gidebilen az sayıdaki bağımsız medya organından biri olan Cumhuriyet, bundan sonra olacakların işaretlerini vermekte.

21 Temmuz’da ilan edilen OHAL sürecinde bugüne kadar çıkarılan toplam sekiz Kanun Hükmünde Kararname (KHK), Meclis’in tatile girmesinin de yardımıyla, Yıldırım Hükümeti’nin serbest koşuyla bildiğini okumasına yardımcı olmuştu, ama Meclis henüz lağvedilmediğine (!) ve üç aylık süre ardından uzatma teklifi Genel Kurul’a getirileceğine göre müstakbel sarsıntılar kendisini şimdiden haber veriyor.

Bilindiği üzere, CHP, uygulamada muazzam idari, hukuksal ve sosyal sorunlar yaratan KHK’lerin Anayasa Mahkemesi’ne götürüleceğini duyurmuş, AKP’den ‘olmaz öyle şey’ yanıtı da gecikmemişti.

Ama AKP’nin işi kolay da değil. Çünkü Meclis bu konuda çok sert tartışmalara gebe. Bu nedenle yeni Alicengiz oyunları da devrede. Çatışma, KHK’lerin içeriğinin değiştirilmesi veya aynen kalması konularında yaşanacak, açık.

Cumhuriyet’in dünkü haberinden şunu okuyoruz:

”AKP, yeni yasama yılında OHAL kapsamında çıkarılan 8 KHK’de muhalefetin eleştirileri doğrultusunda değişiklik yapılması için 3 partiden oluşacak bir komisyon kurmayı planlıyor. CHP ise, AKP’nin KHK’leri komisyona havale etme tavrını ‘oyalama taktiği’ olarak görüyor. KHK’lerin Meclis’teki görüşmeleri sırasında önergelerle değiştirilebileceğini kaydeden AKP yöneticileri, bunun için AKP, CHP ve MHP temsilcilerinden oluşturulacak bir komisyon kurularak değişiklik taleplerinin burada görüşüleceğini belirtti. Ancak AKP’nin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘bal gibi olur’ dediği belediyelere kayyım atanması başta olmak üzere birçok tartışmalı düzenlemeden geri adım atması beklenmiyor.”

 ”AKP, KHK’lerin uzun süre tartışılmasını önlemek için ‘temel yasa’ yöntemiyle Meclis’ten geçirmek istiyor. Meclis tatile girmeden önce ilk KHK ile ilgili olarak bu yönde karar alındı. Diğer KHK’lerin de aynı yöntemle hızla Meclis’te görüştürülmesi planlanıyor. CHP ise AKP’nin komisyon oluşturulması düşüncesini ‘oyalama’ taktiği olarak görüyor.”

(İçtüzüğe göre ‘temel yasa’ olarak görüşülmesine karar verilen yasalar, bölümler halinde görüşülüyor. Her bölüm 30 maddeyi geçemiyor. Genel kuruldaki görüşmeler sırasında, bir bölüm tek bir madde gibi ele alınıyor ve bölüm içindeki maddeler için yalnızca önergeler üzerinde görüşme açılıyor. Maddeler üzerinde tek tek gruplar adına konuşma yapılmıyor. Böylece hükümet, örneğin 90 maddelik bir yasa tasarısını 3 bölüm halinde maddeler halinde tek tek görüşülmesi durumunda en az 3-4 hafta sürebilecek çalışmayı en fazla bir hafta içinde tamamlayabiliyor.)

Meslektaşım Çiğdem Toker, bu Alicengiz oyununu gazetedeki köşesinde açık seçik izah ediyor:

Toplumsal sarsıntı yaratan, kitlesel önemi olan herhangi bir olayla ilgili komisyon kurulması, o sorunun TBMM’ce ciddiye alındığını topluma yansıtma yoludur. Gelgelelim Meclis kulislerine aşina olan bilir ki belirli bir süre için kurulan komisyonlar çalışıp rapor üretse bile komisyon süreçlerinin “icrai” sonuçlarına ender rastlanır. “Komisyon’a havale” ifadesi tam da bu nedenle, gerçekte çözülmek istenmeyen dosyalar için kullanılan bir deyime dönüşmüştür. Realite böyledir böyle olmasına ama diğer yandan komisyon kurmak iktidar partisinin istikrarlı biçimde kaçındığı işlerin başındadır. Genel kurul arşivi, AKP’nin ilk iktidar yıllarındaki “faili meçhuller”den başlayarak, can yakıcı her konuda muhalefet partilerinin komisyon talebini ret kararlarıyla doludur.  AKP, komisyon kurup OHAL kararnamesi eleştirileri doğrultusunda düzeltme yapacakmış. Kayyım maddesini Torba Yasa’dan sözüm ona çıkarıp (19 Ağustos) sahte bir “uzlaşma” görüntüsü verdikten sadece iki hafta sonra OHAL KHK’siyle ilan etmiş parti yani.

İnsan bu çağda, mümeyyiz olmayan bir çocukla iletişiminde dahi azami açıklığı seçerken, AKP’nin kendisi dışındaki siyasi alana baktığı zekâ düzeyi sadece sorunlu değil, kendileri ve baktıkları kurum açısından açısından da hazin.

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Cumhuriyet’e verdiği demeçte şunu söylemiş:

“Komisyon kurarız, konuşuruz diyorlarsa bu oyalamadır. Bugüne kadar bu tip sözlerinde hiç samimi davranmadılar. Anayasa Mahkemesi’ne gidilemez gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. KHK’lerle ilgili olarak itirazlarımızı dosya halinde hükümete sunuk. Ama bugüne kadar bir düzeltme yapmadılar. Şimdi bu iş için komisyon kuralım deniyorsa bu akla mantığa aykırı, ciddiyetten uzak. Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusu için 60 günlük süre var. Bu işi komisyona götürüp 60’ıncı güne kadar oyalamak istiyorlar.”

Yani?

Yanisi, 2011 sonrası yönetim tarzına damgasını vuran ‘bisiklet teorisi’ aynen geçerli. Bisikleti kullanan, düşmemek için var gücüyle pedala basmak zorunda.

‘Ne olursa olsun ama bisiklet devrilmesin’ telaşı, burada esas belirleyici olan faktör.

OHAL tedbirlerinin ortaya koyduğu, her geçen gün rengi kararan ‘dönme dolap’ manzarasını resmi verilere dayanarak hatırlatalım:

Devlet kurumları ve bağlı kuruluşlarda işten çıkarılanların sayısı hafta sonu itibarıyla 100 bin 482. Gözaltına alınan 42 bin 984 kişiden 23 bin 770’i tutuklandı. 19 üniversite, 2.099 yurt, okul ve dershane kapatıldı. 1.254 dernek ve vakfın kapısına kilit vuruldu. 3.465 yargıç ve savcı tasfiye edildi. 160 medya kuruluşu lağvedildi, 2.308 gazeteci işinden oldu. Tutuklu gazeteci sayısı 122.

Diğer yandan Cemaat mal ve mülküne el koyma işlemleri de astrıonomik boyutlarda. Avukat Efkan Bolaç’ın aktardığına göre bu işlemler yaklaşık 100 bin TC vatandaşını kapsıyor ve aileleriyle beraber 2 milyon insanı etkiliyor.

Yurt Gazetesi’nin haberine göre Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, mevcut ‘el koyma’ verilerini şöyle aktarıyordu geçenlerde:

”Hazineye 2 bin 514 adet taşınmaz devredilmiş. Vakıflar tarafına devredilen var. Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredilen taşınmaz adedi de 2 bin 83. Kanun Hükmünde Kararname yayınlanmadığı halde özel bir gayretle arkadaşlarımızın kaçırmasını engelledikleri taşınmaz sayısı da bin 148 adet. Bütün bunların değeri kabaca, Maliye hazinesine devredilen taşınmazların 8,3 milyar lira, vakıflara devredilen 2,7 milyar lira, özel gayretle tespit edilenler 1 milyar liraya yakın. Toplamda 12 milyar liraya yakın bir mal varlığı şu anda hazine adına, devlet adına, millet adına kayda girmiş gözüküyor.”

efkan_bolac

Bianet’in sorularını yanıtlayan avukat Bolaç, ‘OHAL Kanunu’na göre, bu tür işlemlerle ilgili olarak KHK’lerin işleyişine yönelik olarak dava açılabiliyor ama yürütmeyi durdurma kararı alınamıyor. Bu nedenle bu kişiler haklarını arama yoluna gitseler dahi bununla ilgili olarak yürütmeyi durdurma kararı alabilmeleri OHAL süresince imkansız’ diyor.

Evine veya herhangi bir malına el konan kişi yıllar sonra yargı tarafından suçsuz bulunursa ne oluyor?’ sorusu üzerine de şunu söylüyor:

‘O zaman faizi ve uğradığı zararların tamamıyla birlikte bunları devletten geri isteyebilir. Bu davalar büyük olasılıkla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gidecek ve muhtemelen yedi sekiz yıl sonra AİHM’den şüphelilerin lehine kararlar gelecek.’

Tabii ki benzer bir durum, ‘bölücü teröre destek’ iddiasıya açığa alınan, 9843’ü sendikalı 11 bin 301 öğretmen için de, başka durumlar için de geçerli.

Türkiye’de hukuk OHAL marifetiyle askıya alındığı için, resmi verilerini sunduğum bu tedbirlerin karşılığındaki itiraz hakkı, olur da OHAL kaldırılırsa, ne gibi sonuçlara yol açacak, bunu henüz bilmiyoruz.

AKP hükümeti, malum, OHAL ilanı esnasında, Türkiye’nin altında imzası bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) de OHAL yürürlükte olduğu süre boyunca askıya alındığını ilan etmişti.

Evet, tüm tedbirler eninde sonunda anayasal hakların ihlaline ilişkin şikayet ve temyiz başvurularına yol açacağı için, acaba sonra ne olacak?

‘Dönme dolap’ dediğim de, ‘bisiklet teorisi’ dediğim de, TBMM’de açılış sonrası sergilenecek yeni Alicengiz oyunları dediğim de tam olarak bununla ilgili.

O nedenle tam  ve doğru bilgilenmekte yarar var. Bu konuda şu ana kadar çıkan en yetkin uzman değerlendirmesi, ‘OHAL ve KHK’leri üzerine herşey’ başlığı altında, Prof Baskın Oran ve Oya Aydın’ın makalesinde yer alıyor. (Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.)

baskin-oran

Bu metinden birkaç önemli soru-cevap’a göz atalım:

  • OHAL KHK’sinin nitelikleri neler?  

 1) Konu bakımından sınırlıdır. Sadece OHAL’in “gerektirdiği” konularda ve ölçülülük ilkesi dikkate alınarak düzenlenebilir. Ör. gazete ve TV kapatma, kişilerin mülkiyet hakkına el konulması, sosyal güvenlik haklarının iptali, üniversite kurmak ve kapatmak veya adını değiştirmek vs. gibi kararlar OHAL’in gerekçesi olan şiddet olaylarının bastırılmasıyla ilgisizdir.

2) Zaman bakımından sınırlıdır. OHAL’in kalkmasıyla birlikte kendiliğinden ortadan kalkar. Bu nedenle, kalıcı kural getiremez. Ör. kalıcı şekilde kimseyi görevden alamaz. [2]

3) Getirdiği kurallar bakımından sınırlıdır. Bunlar yukarıda belirtildiği gibi Anayasa Md.15’te açıkça sayılmıştır.   

4) Yasa değiştirici bir işleve sahipse AYM denetimine tabidir. Ör. OHAL konusuyla ilgisi olmayan, üniversite kuran ve kapatan veya adını değiştiren, devlet şemasını değiştiren, yasalarda değişiklik yapan veya OHAL sonrası da geçerli olacak hükümler getiren KHK’ler AYM tarafından iptal edilir.  

5) TBMM denetimine tabidir. TBMM onayladığı anda da KHK yasa haline gelir ve AYM yargısı devreye girer.

Bunlar, olması gerekenlerdir. OHAL hukuku kurallarıdır. Bütün bunlar gözönüne alındığında, mevcut KHK’lerin Anayasa’ya aykırılıkları açıktır. En basitinden, Anayasa’nın “tatildeyse derhal çağrılır” dediği TBMM 1 Ekim 2016’ya kadar tatile sokuldu. TBMM ele alınca, o da alırsa, en iyi ihtimalle 120 gün geçmiş olacak.  

  • Bu durumda ne yapılacak? AYM’ye de gidilemiyor…

Gidilemediği bir aldatmacadan ibaret.

Bir kere, OHAL dönemindeki idari işlemlere karşı iptal davası açılabilir; [3] Anayasa Md. 125/6’ya göre kanun yürütmeyi durdurma vermeyi sınırlayabilir, o kadar. Aydın’da yürütülen “FETÖ/PDY” soruşturmasında tutuklanan 4 yargıç ve 2 savcı hak ihlali gerekçesiyle AYM’ye başvurdu ve 100.000 TL maddi, 10.000 TL de manevi tazminat talebinde bulundu. [4]

İkincisi, Anayasa Md. 148’e göre OHAL KHK’leri için AYM’ye gidilemez ama bu kural Anayasa’ya uygun çıkarılan KHK’ler içindir. Bugünkü KHK’lerin hiçbiri hiçbir biçimde Anayasa’da tanımlanan OHAL KHK’si değil. Konu, zaman, kural, hiçbir sınır tanımıyor. Hükümet isimlerini KHK koymuş, ama 1876 Anayasası’ndan önce yayınlanmış Padişah fermanlarından hiçbir farkları yok.

Onun için, bu KHK’lere karşı AYM’de iptal davası açılabilir.

Çünkü AYM, önüne getirilen metnin ismine bakıp da kendini o isimle bağlı saymaz. Noterler bile önlerine gelen her metne otomatik mühür vurmazken, AYM önüne gelmiş metnin Anayasa’nın öngördüğü gerçek bir “OHAL KHK’si” niteliğinde olup olmadığını incelemek ve bu nitelikte görmediği düzenlemeleri Anayasa’ya uygunluk denetimine tabi tutmak zorundadır. 

İlginçtir ki, bu KHK’lerle işten atılan ve/veya tutuklanan on binlerce kamu görevlisinin  “suçlu” sayılması için hiçbir kanıt da gerekmiyor. Bunların terör örgütleriyle irtibatlı [bağlantılı] ve iltisaklı [birleşmeli] olduklarının “değerlendirilmesi” kafi geliyor.

  • Bu durumda hukuken yapılabilecek hiçbir şey yok mu?

Türkiye’de hukuk bu haldeyken, ulusal olarak yapılabilecek fazla bir şey yok.

Şöyle ki:

1 Ekim 2016’ya kadar tatile girdiğine göre, bu KHK’ler TBMM tarafından 30 gün içinde görüşülüp karara bağlanamayacak. Bu durumda hukuken yürürlükten kalkacaklar. Fakat bunu hangi mahkeme, özellikle de ilk derece mahkemesi bu korku ortamında uygulayacak?

Hukuka uygun ve yapılabilir en mantıklı durum, kendisine yapılacak bir bireysel başvuru sonucunda AYM’nin bunları yok hükmünde sayarak iptal etmesi.

  • AİHM’nin bu konuda tutumu ne olur?

İç hukuk böyle ihlal ediliyorsa, Avrupa hukuku haydi haydi ediliyor. Bu yüzden Türkiye AİHS’yi askıya aldığını bildirdi. Türkiye daha önce bunu 1990 ve 92’de yaptı. Bu konuda en yetkili kalem olan Dr. Rıza Türmen, askıya almanın denetimden kaçabilmek anlamına gelmediğini hatırlatıyor. Üstelik arada bugün aleyhine büyük farklar var: [13]

O tarihlerde AİHS’nin belli maddelerinin askıya alındığı belirtilmiş, oysa şimdi “genel” bir askıya alma var. AİHM alınan tedbirlerin tehdit azaldığı oranda azalmasını istiyor oysa durum tersine; şimdi bir de FG plakalar toplanmaya başlandı. Ölçülü olmasını istiyor, oysa 1996’da 14 gün mahkemeye çıkarılmamak Türkiye’nin mahkum olmasına yol açmışken bugün gözaltı süresi 30 gün ve bu işkence yapmaya çok müsait; gazetelerde mor suratlı insan resimleri dolaşıyor.

Hepsi bu değil. Tutukluluğa itirazlar dosya üstünden yapılacak, oysa yargıcın tutukluyu görmesi lazım (14. yüzyıldan kalma habeas corpus; “işte vücut” kuralı). Tutuklananların mülkiyet hakkına el konuyor ve bu da 1 Numaralı Protokolün ihlali. O kadar çok ki. AİHM bunların hiçbirini kabul etmez.

Etmez de, AİHM kararlarına normal dönemde bile zorunlu din dersleri [14] ve Alevi ibadet yerleri [15] konusunda uymayan AKP’nin, hayatını bağladığı bu KHK’lerin geçersiz olduğuna ilişkin bir AİHM kararına uymasını beklemek kolay değil.

Belki de ‘AİHM karar verene kadar kim öle kim kala’ diyor AKP.


Kısacası durum şudur:

OHAL, AKP marifetiyle Türkiye’nin başına örülmüş bir çoraptır, ve bu örgünün çıkartılması, örtbas edilmiş/baskıanmış sorunların daha sert biçimde başını kaldırması mukadder olduğu için de kimse OHAL’den AKP’nin kolay kolay vazgeçeceğini düşünmemelidir.

TBMM’de tahkim edilen AKP / MHP ittifakı tam bu yönetim biçiminin ‘normalleşmesi’ için hazır gözüküyor.

Bela çok büyük, ve Türkiye’nin işi hiç mi hiç kolay değil.

gsd_logo_turkce_400px

About yavuzbaydar

Yavuz Baydar has been an award-winning Turkish journalist, whose professional activity spans nearly four decades. In December 2013, Baydar co-founded the independent media platform, P24, Punto24, to monitor the media sector of Turkey, as well as organizing surveys, and training workshops. Baydar wrote opinion columns, in Turkish, liberal daily Ozgur Dusunce and news site Haberdar, and in English, daily Today's Zaman, on domestic and foreign policy issues related to Turkey, and media matters, until all had to cease publications due to growing political oppression. Currently, he writes regular chronicles for Die Süddeutsche Zeitung, and opinion columns for the Arab Weekly, as well as analysis for Index on Censorship. Baydar blogs with the Huffington Post, sharing his his analysis and views on Turkish politics, the Middle East, Balkans, Europe, U.S-Turkish relations, human rights, free speech, press freedom, history, etc. His opinion articles appeared at the New York Times, the Guardian, El Pais, Svenska Dagbladet, and Al Jazeera English online. Turkey’s first news ombudsman, beginning at Milliyet daily in 1999, Baydar worked in the same role as reader representative until 2014. His work included reader complaints with content, and commentary on media ethics. Working in a tough professional climate had its costs: he was twice forced to leave his job, after his self-critical columns on journalistic flaws and fabricated news stories. Baydar worked as producer and news presenter in Swedish Radio &TV Corp. (SR) Stockholm, Sweden between 1979-1991; as correspondent for Scandinavia and Baltics for Turkish daily Cumhuriyet between 1980-1992, and the BBC World Service, in early 1990's. Returning to Turkey in 1994, he worked as reporter and ediytor for various outlets in print, as well as hosting debate porogrammes in public and private TV channels. Baydar studied informatics, cybernetics and, later, had his journalism ediucatiob in the University of Stockholm. Baydar served as president of the U.S. based International Organizaton of News Ombudsmen (ONO) in 2003. He was a Knight-Wallace Fellow at University of Michigan in 2004. Baydar was given the Special Award of the European Press Prize (EPP), for 'excellence in journalism', along with the Guardian and Der Spiegel in 2014. He won the Umbria Journalism Award in March 2014 and Caravella/Mare Nostrum Prize in 2015; both in Italy. Baydar completed an extensive research on self-censorship, corruption in media, and growing threats over journalism in Turkey as a Shorenstein Fellow at the Kennedy School of Government at Harvard.
Bu yazı Türkiye içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

1 Responses to AKP artık OHAL’i kaldıramaz, çünkü…

  1. Geri bildirim: Erdoğan’ın dilinde tüy bitti, anlatamıyor! | NAR

Yorum bırakın